Keyifle gerçekleştirdiğimiz sohbetimizden size aktaracaklarımız;

 Behçet Albayrak kimdir? Mesleğe nasıl başladınız?

Ben bu mesleğe aslında futbol oynamam sayesinde giriş yaptım. Benim hikayem o senelere dayandığı için buradan giriş yapayım. Şekerspor alt yapısında 11 yıl futbol oynadım… Bu bana çok şeyler kattı. Kendimden hep büyüklerle futbol oynamak çabuk da olgunlaşmamı sağladı diyebilirim. Okula da bir sene erken başlamıştım zaten… Futbol oynadığım dönemde kendi yaş grubumda Eskişehir’in yetenekli oyuncuları arasında gösteriliyordum. Bu da doğal olarak kendimle ilgili beklentilerimi hep yüksek kıldı. Hatta lise bire giderken Gaziantepspor alt yapısına oyuncu izlediğini söyleyen ancak ismini şuanda hatırlamadığım biri beni beğendiğini ve götürmek istediğini söyledi. Annem uzak olduğu için izin vermemişti. Nasip değilmiş! Yine Eskişehirspor alt yapısı üst üste iki yıl boyunca istemiş, o dönemin alt yapı derneği başkanı Celal Arabacı da bu konuda çok uğraştıklarını söylemişti.  Fakat şuan Eskişehirspor U21 takımını çalıştıran Orhan Türkmengil o zaman Şekerspor PAF takımında bizim antrenörümüzdü… Beni kenara çekerek “Burada kal. Önümüzde ki sezon ilk profesyonel yapacağımız oyuncular arasında sen varsın” deyince bende “Burada profesyonel olayım. Zaten iyiysem gün gelir hayalini kurduğum Eskişehirspor formasını giyerim” diye düşündüm ve kalmayı seçtim. Ancak daha önce iki yıl şampiyonluk kovalayan Şekerspor kader bu ya, o sezon bizim şansımıza küme düştü. Böylelikle de profesyonel olma hayalimiz gerçekleşmedi.  Çok büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. Ve bir sezon daha Şekerspor amatör takım ve U19 yaş grubunda oynayıp il şampiyonluğu yaşadıktan sonra isteyen çok amatör takım olmasına rağmen futbolu bırakma kararı aldım.

İyi mi yaptım kötü mü yaptım hala bilmiyorum ama içimde hala bir ukde olarak kaldı. Ama yine de futboldan kopmadım.

Mesleğe girişim de şöyle oldu… Benim babam o dönem İstikbal gazetesinin matbaasında çalışıyordu. “Sporu seviyorsun boş durma gel bizim gazetenin spor servisinde çalış” dedi. Ben Şekerspor A takım maçlarında top toplayıcılık yapar, gazeteci ağabeylerimiz yanımda fotoğraf çekerdi. Sima olarak tüm gazetecileri tanıyordum aslında. Amatör spor maçlarını takip eden Yılmaz Unay haftanın karmalarını yapardı o dönemlerde. Altın karma, gümüş karma diye… Bizde gazeteye çıktık mı diye bakardık. Gazetelere de aşinalığım vardı yani… Bende babamın bu fikri merak uyandırdı açıkçası. Gazeteye ilk gün gittiğimde daha önce yıllarca yazılarını takip ettiğim Doğan Pinçe ve Erkan Midilli ağabeylerimle tanışma fırsatını yakaladım. Kulakları çınlasın Doğan ağabey daha ilk gün bana son izlediğim Eskişehirspor maçı ile ilgili yazı yazdırmıştı. Okuduktan sonra “Tamam hemen başla” dedi. Yıllarca Eskişehirspor’un deplasman maçlarında radyoda sesine kilitlendiğim Erkan Midilli ile yan yana çalışma şansını yakalamak benim için gerçekten çok farklı bir duyguydu. Ve bu iki değerli insandan her anlamda çok şeyler öğrendim. Allah razı olsun bende emekleri çoktur.

Ben 1986 Eskişehir doğumluyum. 2010 yılından bu yana evliyim, 6 yaşında bir kız çocuğum var. 12 yıldır da gazetecilik yapıyorum.

-Yani mesleğiniz, futbol geçmişinizden kaynaklanıyor…

Futbolun etkisi çok büyük tabi ki… Ama ben gazeteciliğe başladıktan sonra Eskişehirspor maçlarını izlemeye başlamadım. 1992 yılından beri Eskişehirspor’u takip ediyordum. Fanatik de bir taraftarıyım. Gazetecilikten önce Eskişehirspor’un ilk maçına gittiğimde takım 3.ligdeydi. Marmarisspor maçıydı hiç unutmuyorum. O dönemde eniştemin servis otobüsü vardı ve Eskişehirspor taraftarlarını deplasmanlara taşıyordu. Onun sayesinde maçlara giderdim. Yani Eskişehirspor’u o dönemden bu döneme takip ediyorum.  Taraftar olarak kendimi bildim bileli iç sahada gitmediğim maç neredeyse yoktur. Birçok maçı gol dakikalarına kadar hala aklımda tutarım. Futbol oynamamla birlikte bu işi tribünden gelen biri olarak da yapıyorum aslında.  1996 yılında Konya’da 1.lige çıktığımızda tribündeydim. Aynı stada Galatasaray’a karşı oynadığımız kupa finaline gazeteci olarak gitmemde ayrı bir duyguydu. Yine gazeteci olarak 2008’de İstanbul İnönü stadında ki Süper lige çıktığımız finali unutamam. Geçen sezon ki kaybettiğimiz Göztepe final maçı da beni çok etkilemişti ve çok üzülmüştük. Bu maçın özetini tam 42 sonra izleyebildim. 

Gazeteciliğe başladığımda Eskişehirspor 2.lig B kategorisindeydi. Sonra A’ya çıktı. Sonra Süper Lig’e... Malum düştük.  Şöyle bir avantajım daha oldu. Ben gazeteciliğe başladığımda ESKİ Spor 3.ligdeydi. 12 sene içerisinde bütün ligleri yakından izleme şansım oldu.

Sporun içinden gelmem de benim için tabi ki büyük avantaj. Gazeteciliğe başlamadan önce de basketbol, voleybol, hentbol ve hatta tenis maçlarını izlerdim... Spor muhabirliğine geçişte birçok branşı çok daha yakından tanıma şansım oldu. Amatör maçları da sık sık gider izlerdim. Fırsat buldukça Eskişehir’de oynanan yerel hentbol ve basketbol maçlarına gitmişliğimde vardı. Spor benim için yaşam felsefesi gibi bir şeydi. Şu anda bile evde televizyon izlediğim zaman eşim benden çok şikayet eder. Oturur bütün maçları izlerim. Spor bende tutku bir şey...

Spor muhabirliğini biraz daha anlatır mısınız?

Spor muhabirliği içinde spor sevgisi olmadan yapılacak bir meslek değil. Spor muhabirliği bir aşktır. Sevmek ile alakalı. Sevmezsen bu işi yapma gibi bir şansın yok.  Bununla birlikte meraklı olmalı ve kendinizi her gün daha da geliştirmeye çalışarak işinize adamalısınız... Hatta biraz ileri gideyim iş olarak görmemeli, hayatınızın tam merkezine koymalısınız. Bir gündem oluşturmalısınız.  Bülten gazeteciliğinden çok yaratıcılığınızı konuşturmalısınız. Spor muhabirliğinde branş çok fazla. Yani alanı geniş… Çoğu zaman doğru seçici olmakla beraber, hem gündemi takip etmek, hem de bir gündem yaratmak zorundayız.

Ben kendimden örmek vereyim… Gazetemde spor gündemimi öncelikle “Eskişehirli başarılı sporcuları nasıl daha fazla ön plana çıkartabilirim?” düşüncesiyle belirliyorum. Bu benim için çok değerli. Bu yüzden her branşı yakından takip etmeye çalışıyor, özellikle hafta sonları önemli müsabakaları yerinde izliyorum. Gazetemde de amatör branşları olabildiğince çok geniş işlemeye çalışıyorum. Tabi ki sadece futbol değil, diğer branşlarda buna dahil... Çünkü hangi branşı yaparlarsa yapsınlar bende o genç kardeşlerimizin şuan yürüdüğü yollarda yürüdüm. Daha fazla empati yapabiliyor ve onların ne yaşadıklarını, beklentilerinin ne olduğunu çok iyi anlayabiliyorum. Mesela son dönemde Eskişehir Basket ve Selka ilimiz sporuna büyük renk ve heyecan kattılar. Yaptıkları işler çok değerli. Ama bu iki kulübün ne zaman bu şehrin sporuna yansımaları çok fazla olur; yani bu kulüplerde ne zaman daha çok şehrimizin çocukları şans bulursa, işte o zaman yaptıkları işler benim gibi düşünenler için çok daha fazla değerli olacaktır diye düşünüyorum. 

Bir de şu algı da yıkılmalı. Eskişehirspor tabi ki bu şehrin en büyük markası ama spor muhabirliği sadece Eskişehirspor’dan ibaret değildir. Sıkıntı buradan kaynaklıyor zaten... Bence Eskişehir’in bütün spor alanlarının işlenmesi, gazetelerde daha fazla yer alması gerekiyor. Çünkü Eskişehir genç nüfusa oranla spor yapılabilirlik anlamında Türkiye’de son 5 şehir arasında. Bu çok acı bir durum ve insanlarca da çok bilinen bir şey değil. Nasıl siyasetteki çekişmeler Eskişehir’in belirli alanlarında sıkıntı yaratıyorsa, sporda da tesisleşme alanında çok büyük sıkıntılara yol açıyor.  Spor tesisi anlamda da Eskişehir gibi bir şehir Türkiye de en son sıralarda.  Ben kendi adıma bunları dile getirmeye çalışıyorum. Çünkü bu hepimizin sorunu… Ve bir şehrin sporda ki geleceğini belirleyen en önemli faktörlerden birisi…

Siz tribünden mesleğe geçiş yapmış bir isimsiniz. Taraftar gerçekten bu kadar etkili mi?

Eskişehirspor taraftarı kayıtsız şartsız Eskişehirspor’u seviyor. Ama bazı dönemlerde sorgulama yapmıyor. Sıkıntı burada. Eskişehirspor, liderken dahi sorgulayabilmeli Eskişehirspor taraftarı. Eskişehirspor sevgisini anlatayım size. Bazen insan sevdiğinin çıkarları doğrultusunda ona karşı gelmeyi bilmeli. Bu kulübün yönetimiyle ilgili, alt yapısı ile ilgili. Şunu düşünebiliyor musunuz; onca sene Süper Lig’de mücadele etmiş bir kulübün alt yapı ile ilgili tek bir çalışması yok. Tesisleşme yok. Alt yapıda eğitim gören çocukların yaşadığı sıkıntılar çok büyük. Eskişehirsporlular önce kendi çocuğunun ne durumda olduğuna bakmalı. Eskişehirspor’un geçmişine baktığınızda onu marka haline getiren yine kendi değerleridir. Kendi değerleri unutulursa bugün olduğu gibi her gün sıkıntı yaşamaktan kurtulamaz. Ben eskiden maça gittiğimde kadroda belli sayıda Eskişehirli olurdu. Birçok kadroyu ezbere sayabilirim. Benim izlediğim takımlar belki efsane de değildi ama belli değerlere sahipti. Şu son dönemde yine formamızı giyen oyuncuların gösterdiği duruş çok önemli… Ve bizde uzun yıllar yerleri olacak bu isimlerim. Ama bu futbolcuları buna zorlayan bir değer, bir taraftar gücü olduğunu da unutmamak lazım. Onun dışında ne futbolcular geldi geçti. Acı olan Süper lige çıktığımızdan bu yana elimizde kalan çok büyük bir hikaye yok. Sıkıntı burada. Süper Lig’de oyna, bize bir hikaye anlat dediğin zaman tek hikaye Türkiye Kupası finali ve takımından birinin ceza almasından kaynaklı gidilmiş bir Avrupa serüveni...

Başka bir hikayemiz yok.

Bu başarıların kulübe yansıması gelinen son noktada ortada.

Bunu iyi etüt etmek lazım.

12 yıllık gazetecilik geçmişinizde Eskişehirspor’u yakından takip etme fırsatınız oldu.

Peki şu anda gelmiş olduğu son noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle geniş pencereden bakmalıyız olaya… Türkiye’de futbol sistemli yönetilmiyor. Sistemsizlik, Türk Futbolunda sistem olmuş. Bunun yansımalarını Eskişehirspor’da da net olarak görüyoruz. Kulüpleri denetleyen bir sistem yok. B kategorisine çok zor dönemde gelmişti Halil Ünal… Çok zor dönemlerde Eskişehirspor’u A kategorisine çıkardı. Bana göre en büyük başarısı oydu. Çünkü değerliydi gerçekten. Ardından Nebi Hatipoğlu geldi. Şuan ki mevcut tesisi Eskişehirspor’a kazandırdı. Kurumsallaşma adına adımlar atmaya başlamıştı önemde. Süper Lig’e çıktı. Ama erken bıraktı. Ardından tekrar Halil Ünal dönemi başladı. Eskişehirspor, Süper Lig’de sportif olarak iyi yönetildi. Ama finansal olarak iyi yönetilmedi. Ve bunun sıkıntıları bugünlere yansıdı. Bu kadar oyuncu satan kulübün bu noktalara gelmesi çok büyük soru işaretleri doğuruyor tabiî ki. O dönemde neler olduğunu aşağı yukarı herkes biliyor. Finansal sıkıntılar, Mesut Hoşcan döneminde ki kötü yönetim anlayışı Eskişehispor’un Süper Lig’den düşmesine sebep oldu. Özellikle transfer döneminde çok büyük hatalar yapılmıştı. Ondan sonra zaten Eskişehirspor bir çöküş dönemi yaşadı. Geçen sezon bir rüzgarla gidilen Süper Ligin kapısını aralamadan dönülünce şu anda bu son noktaya gelindi.

 İki haftadır Eskişehirspor Olağanüstü Genel Kurulu’nu takip ediyoruz. Ve bu hafta içerisinde sürpriz bir isim adaylığa çıktı. Mesela Emir Sarar. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Öncelikle böyle bir süreçte Eskişehirspor’a başkanlık yapmak çok zor iş… Sinan Özeçoğlu’nun 4 aylık süreçte finansal anlamda yapabileceğini yaptığını düşünüyorum. Fakat keşke bu dönemde başkanlığı bırakma kararı almasaydı. En azından devre arasını bekleseydi. Şehirde daha farklı bir oluşum ve yaklaşım olurdu. Bu ortamda tabi Halil Ünal’ın bir çıkışını izledik. Kapalı kapılar arkasında belli oluşumlar olduğu söyleniyor ama somut bir adım olmadı. Emir Sarar noktasına gelirsek de kendisini tanımıyorum. Ama Emir Sarar’ın Eskişehirspor’a hemen başkanlık yapacağına ihtimal vermiyorum. Belli bir oluşum olursa yönetici olarak görev yapabilir diye düşünüyorum.

 Son olarak gazetecilik üzerine neler söylemek istersiniz?

Mesleğe başlayacak arkadaşlara birkaç şey söyleyebilirim. Ben alaylıyım. Eğer bu mesleği sevmiyorlarsa hiç başlamasınlar…

Gazeteci her anlamda farklılığını göstermelidir. Mesela okuyucusunun o ana kadar göremediği, farkında olmadığı veya bilmediğini gazetesinde ki yazılarına yansıtabilmeli… Farklı düşünebildiğini de ortaya koymalı... Bunun için uğraşmamalı bu özelliğe zaten kendinden sahip olmalıdır. En önemlisi de özgür düşünebilmeli ve düşünebildiklerini en güzel şekilde anlatmayı bilmelidir. Çok acı bir şeyden bahsetmek istiyorum. Ne yazık ki bugün Eskişehir’de gazetecilik yapıp da gazete okumayan çok adam var…  Bu çok acı bir şey. Okumayan, insanlara aktarmak istediğini aktaramayan çok insan var.

Bu anlamda yeni nesil gazeteci arkadaşlara en büyük tavsiyem bol bol okusunlar ve kendilerini her yönde geliştirmeye çalışsınlar. Ve çok daha önemlisi yaptıkları bu işte insana önem ve değer vermeyi bilsinler. Öğrenmeye hep aç olsunlar. Çünkü gazetecilik çok geniş bir kavram… Her gün yeni şeyler öğrenebiliyorsunuz. Bilginin sınırı olmadığı gibi bu işinde sınırı yok.

Mesleğin en güzel yanı kişisel gelişiminiz açısından da çok şeyler kazandırıyor. Tabi ki bu sizin biraz ne aldığınızla da alakalı… Mesela sürekli yeni insanlar tanıyor, etkileşim halinde oluyorsunuz. Çok büyük tecrübeler edinebiliyorsunuz. Ve diğer insanlardan önce yaşıyorsunuz olayları. Onlar sizin sunduklarınızdan öğreniyorlar yaşananları…

Mesela bir gün çok güzel ve özel bir haber yakalamışsınızdır ya da ses getiren bir köşe yazısı yazmışsınızdır. Sizde buna güvenerek “Ben zaten iyi gazeteciyim bugün de böyle olsun. Nasıl olsa işimi yapıyorum” dediğiniz an kaybetmişsiniz demektir. Bu meslek böyle şeyleri asla taşımaz. Hep istikrarlı ve sisteme dayalı bir plan üzerinde çalışmak zorundasınız.