İşte söyleşimiz;

Gazeteci Gözüyle köşemizin ilk konuğusunuz. Bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Sizi bizler yakından tanıyoruz. Ama okuyucularımız için de kendinizden bahsetmenizi isteyeceğim.  Soner Yüksel kimdir?

Radyo ile başladı. Çok küçük yaşlarda başladı. 1994 yılında henüz özel radyoların yeni yeni keşfedildiği dönemde, benim de yaşım küçük olmasına rağmen merakım vardı radyoya karşı. Dolayısıyla o zaman Meka Radyo adıyla bir radyo vardı Eskişehir’de, şu anda faaliyette değil. Önce orada bir staj dönemi geçirdim. Ardından o dönemin ES FM’inde program yapmaya başladım. 1994 yılından 2003 yılına kadar çeşitli radyolarda programcılık üzerine, yayın koordinatörlüğü gibi sorumluluklar üzerime alarak bir de öte yandan çeşitli seslendirmeler yaparak yola devam ettim. 2003 yılında televizyon ile kesişti yolum. Tesadüfen oldu bu kesişme. Eskişehir’de o dönemde faaliyette olan yerel bir televizyonda çok da yakınım olan bir haber spikerini eleştirirken kesişti. Türkçeyi düzeltmesini rica ederken bana dediler ki ‘Madem o kadar iyi biliyorsun gel sen yap’.  Tamam dedim. Ertesi gün yapmaya başladım. 2006 yılına kadar radyodan kopmadan televizyonu ile beraber götürmeye çalıştım. Sonra Ankara’ya gittim. O süre Kanal B önemli bir projeye başlamıştı Türkiye çapında. Her şehirden televizyonculuk yapan birer kişiyi çağırdılar ve bir kampa aldılar. Aynı zamanda ulusal anlamda yayın yapan, güzel Türkçeyi ilke edinmiş çok farklı bir ortamın içinde buldum kendimi. Açıkçası dönünce de o zamanki şartlarda Eskişehir’de televizyonculuğun ilerlemeyeceğine kanaat getirdim. Bir anda bambaşka bir ortam görüyorsunuz geri geliyorsunuz televizyonculukla alakası olmayan bir ortam. Dedim ki ben radyoda devam edeyim yoluma.2010 yılına kadar tekrardan tamamen radyoya ağırlık verdim. Ama bu süreçte diksiyon eğitimi vermeye başladım. Bir tarafta sunuculuk yapıyorum önemli organizasyonlarda bir tarafta radyo programcılığı bir tarafta eğitimcilik bir tarafta seslendirme.  2010 yılında şimdi ki ES TV’nin devrolduğunu dolayısıyla bir atılıma geçtiğine dair bilgiler ulaştı tarafıma. Tam kafamın içerisinden yolumuz kesişir diye düşündüğüm zamanlarda bir teklif aldım. Yaklaşık 6 ay kadar hem radyo hem de televizyonda ana haber sunuculuğu yaparak devam ettim. Sonra yönetim kurulu başkanımız tüm gün enerjinizi burada görelim dedi. O günden itibaren de ES TV’nin Genel Yayın Müdürü olarak yoluma devam ediyorum. Bir şekilde televizyonculuk hayatımın merkezine girdi. Ama sadece iş televizyonculukla kalmıyor. Bir de grubumuzda aynı zamanda gazetelerde mevcut. 2012 yılından itibaren düzenli olarak köşe yazısı yazıyorum. Tabi siyaseti içerisindesin, haberin içerisindesin, sporun içerisindesin. Bunlarla köşe yazarlığının tadına varıyorum. Şimdi ne yapıyorsun diye sorduklarında zor cevap veriyorum. Diyorum ki öncelikle televizyonun sorumlusuyum. Bunun yanı sıra bir sunucuyum, bir eğitmenim, seslendirme işi yapan birisiyim. Bunların yanı sırada köşe yazarlığı yapıyorum diyorum. Şimdi bunların yanı sıra naçizane kitap yazar adayıyım. Birkaç ay içerisinde bir eğitim kitabım yayına çıkacak.  Sosyal medya’da 1,5 ay önce bir duyurusunu yapmıştık ama bir yayın organı olarak ilk defa sizinle paylaşıyorum. ‘Konuşuyor muyum?’ adı taşıyan, bu zamana kadar verdiğimiz derslerin tecrübesi, oradaki izlenimler ile ilgili, telaffuzlar ile ilgili bir içerik hazırladık. Kitap olarak inşallah yeni yıl ile birlikte kitapçılarda göreceğiz.

Eskişehir dışında da eğitimler aldınız, gazeteciliği gördünüz. Eskişehir dışına çıkmayı, televizyonculuğunuzu daha ulusal bir noktaya taşımayı hiç düşünmediniz mi?

Gazetecilikten önce aslında radyoculuk konusunda hayatımda birkaç dönemeç vardır. Belki televizyonculukta çok iddialı görüyorlar beni ama ben kendimi radyo programcılığında çok daha iddialı görürüm. Radyoculuk konusunda bunu yaygın mecrada yayın yapan bir radyo ile taçlandırmak gerektiğini düşündüm. Ama daha sonra özellikle İstanbul’a gidip, orada biraz o ortamı soludum. O ortamı soluyan arkadaşlarım var. Buradan yetiştirip, öğrencim olarak gidip şu an çok başarılı noktalarda olan isimler var. Onların aktardıkları, kendi kişilik yapım, Eskişehir ile koyduğum hedefler… Hepsini bir çanağın içine koydum. Eskişehir daha ağır bastı. Aslında bir dönem ufak bir tecrübem oldu. O zamanlar ulusal anlamda yayın yapan hem radyosu hem televizyonu olan bir kurum ile anlaşmıştım. Ama ücreti çok düşüktü. Bunu ancak şöyle örtebiliyorduk. O zamanlar yine özel bir banka çağrı merkezi için, 300 kişilik ofisinin başına bir şef arıyordu. Çeşitli mülakatları geçtim. 6-7 kişi ayrı bir sınava girdik İstanbul’da. Ve o sınavın neticesinde ben işi aldığımı düşünüyordum. Aldığımı düşündüğüm için ek iş olarak radyo ve televizyon ile ilgili bir şeyler yaparım diye planlıyordum. Gittiğim esnada görüştüğüm bir yer ile de medya anlamında bir anlaşma yaptım. Medya işinin ücreti çok düşük olduğu için diğer iş de olmadığı için cesaret edemedim açıkçası. Çünkü İstanbul çok pahalı bir şehir. Yabancısı olduğum bir şehir. Çok fazla zorlanacağımı düşündüm. Bir de orada dışarıdan gözüktüğü gibi çok tatlı olmayan bir ortam var. Sadece yetenekle veya çalışma ile bir yerlere gelinmiyor. Birçok stresle başa çıkmam lazım. Çünkü hakkını hakkına teslim eden bir sistem yoktu. Eskişehir’deki hayaller daha ağır bastı ve Eskişehir’de kalmaya karar verdim. Ulusalda daha çok kişiye ulaşma imkanımız vardı. Ama burada da iyi bir iş ortaya koyabilirsek tüm Türkiye’ye ulaşma imkanımız var.

Gazetecilik zor bir meslek diyoruz. Peki, sizin gözünüzden gazetecilik nedir?

Gazetecilik, eskisinden çok daha fazla zamanla yarışılan, eskisinden çok daha fazla rekabeti olan ama dengeleri de içerisinde barındıran, eskisinden daha stresli bir meslek haline geldi. Bir işin siyasi kısmı var. Siyasi kısımda dengeleri çok iyi ayarlamak gerekiyor. Taraf olmamaya çalışmak gerekiyor. Kişilerin kişisel duruşları vardır ama bu olaya bakışını değiştirmemeli. Hakkını haklıya vermeli. Ya da eleştiri getireceği zaman duruşlarına da göre açıkları kapama derdine girişmemeli. Tüm bunları kurtaracak bir ticari gücün arkasında olması gerekiyor. Çünkü en nihayetinde gazetede olsan televizyon da olsan, internet sitesi de olsan hayatını devam ettirebilmek için reklamlara, desteklere ihtiyacın var. Bunlarda bir otokontrol sistemi getiriyor kendi içerisinde. Bir de şimdi herkes yayıncı, herkes gazeteci, herkes bu konuda iddialı. Dolayısıyla senin çok daha farklı, çok daha üretken, çok daha donanımlı olman gerekiyor. Bir başkası ile rekabet etmiyorsun. Binlerce kişi ve sistemin getirdikleriyle rekabet ediyorsun. Dolayısıyla bir o kadar da çeşidi var. Köşe yazarlığı kısmı var, tasarım kısmı var, haberin üretim merkezi var, sunum kısmı var… Kimileri bunların hepsini tek başına yapmaya çalışıyor, kimileri kendi alanlarında yükselmeye çalışıyor. Çok karmaşık bir durum ama ne kadar stresli olursa olsun ne kadar karmaşık olursa olsun tadını alanında kolay kolay vazgeçemediği bir meslek.

Bir zamanlar Fatih Portakal’ın sunumuyla başlayan ‘Çalar Saat’ programının Eskişehir uyarlamasını yapmıştınız; “9:15” Bu programı yapmaya nasıl karar verdiniz?

Habere yorum katabilme özgürlüğü Ana Haber Bülteni’nde yok. Ana Haber’de ne ise onu sunmak zorundasın. Ama öyle haberler var ki buna bir yorum katmak gerekiyor. İş sunuculuktan çıkıyor. Eskişehir’de 8 gazetemiz var. Bunun yanı sıra internet gazetelerimiz var. Bir haber akışı var. Eskişehirspor’a karşı ciddi anlamda merak edilen bir haber akışı var. Bunların hepsine cevap verebilecek bir platform düşündüğümüzde zaten “9:15” kendiliğinde oluşuyor. Ben çok şey bildiğimi düşünmüyorum ama söyleyecek bir şeylerim olduğuna inanıyordum. Biraz meşakkatli oldu ama iki sezon boyunca gazeteler, bazı köşe yazıları, önemli isimlerin telefonla değerlendirmeleri oldu. Eskişehir hareketli bir program görmemişti. Daha önce hep masada oturulan tartışılan programlar vardı. Hareket hakkı verdiği için, vücut dili ile de bir şeyler anlatabilme imkanı sunduğu ve keyif aldığım için güzel bir iş oldu. Bu sene yok. Niye yok diye siz sormadan ben cevabını vereyim. Bir sabah programı üç Ana Haber meşakkatinden daha zor. Hazırlama ve haberi toplama işleri de dahil olmak üzere. Çünkü sabah çok erken bir saatte kalkmak zorundasın. Kalktıktan sonra gazetelere göz atman gerekiyor. İçlerinden bir seçim yapman gerekiyor. Bu arada tabi yan kolları sosyal medya, Whatsapp ihbar hattından gelen şikayetler… Bunların hepsinin değerlendirilmesi gerekiyor. Bu noktada yorucu oluyor. O yüzden bir süreliğine ara verdik diyelim.

Daha önce Odunpazarı Belediyesi AK Parti yönetimindeyken de çalışıyordunuz. Önceki dönem ile bu dönemi karşılaştırabilir misiniz?

Odunpazarı Burhan Sakallı döneminde iktidarın tüm olumlu koşullarını Belediye anlamında lehinde kullanırken, Kazım Kurt dönemiyle birlikte bu avantajların hepsi dezavantaj ve engel olarak geri döndü. Belki ilk yılında yeni bir belediye ve ekip kurma, planlama adına Kazım Kurt’un üretimi zayıf olabilir ama 1. Yılın ardından Külliye krizi ile başlayan, Gökmeydan spor alanı, Fidanlık, Şehri Derya gibi kamuoyuna yansıyan garip engelleme girişimlerinden insanların anladığı şudur Kazım Kurt engellemeye çalışılacak kadar başarılı bir yönetim ortaya koyuyor ki karşısına sürekli bu tür sorunlar çıkarılıyor.

Açıkçası Kamu hizmeti yapan bir kurumun yıllardır araçlarını koyduğu ve hemen hemen atıl durumda olan bir alana bile sokulmayarak bu araçları sokağa park ettirmek zorunda kalan zihniyeti başka türlü nasıl tezahür edebiliriz.

Stadyuma yardım edip bir nevi stadyumdan kovulan,  insanlara bedava piknik hizmeti veriyor diye elindeki parklar alınan, ihale ile kazandığı hakkı vermek yerine fidanlık gibi insanlara hizmet edecek bir alanın adeta harabeye döndürülmesini nasıl açıklayabiliriz.

Ya da Hamamyolu iyice bitti, akşam 6’dan sonra gelen yok, geçen yok, burası şehrin bir numaralı yeriydi diye sitem edenlerin şu an çalışma yapılıyor diye burası iyiydi, eski haliyle kalsaydı diye “bu ne yaman çelişki” dedirten söylemleri. Hatta işin garibi şu ki o bahsettikleri eski hamamyolunun üzerinden son 10 senede 4 kere büyük tadilat ve değişiklik yapılmasına rağmen bu itirazlar eleştiri samimiyetin ötesinde geliyor bana.

Bence Odunpazarı Belediyesi sosyal hizmetler, sanat, kültür ve cumhuriyet konularında asli işlerin dışında da başarılı işler çıkartıyor ve iktidarın en etkili muhalefetine maruz kalmasına rağmen taviz vermiyor. Elbette hatalar, yanlışlar var bunları da yeri gelince dile getiriyoruz ancak mübalağa edercesine aynı şarkıyı dillere dolamak çok sağlıklı değil sanki.

Sizi Eskişehirspor'un etkinliklerinde en önde görüyoruz. Eskişehirspor denince aklınıza ne geliyor?

Eskişehirspor şehirdeki birçok insan gibi benim de en öncelikli tutkularımdan. Ben Altes tribünlerinin bir parçasıyım. Fırsat buldukça eskiden açık tribünde şimdi ise kale arkasında yerimi alır ve takımımı tezahüratlarla desteklemekten büyük keyif alırım. Taraftarla deplase olmak, o macera, umut ve çok zaman da kederi bölüşmek harika bir duygu.

Şu an Eskişehirspor’un durumuna bakacak olunca da şehrin her zaman ki sessiz ve hayırsız tavrının etkisini yoğunlukla hissediyorum. Sinan Özeçoğlu’nun birkaç kişi işe birlikte çırpınışı, kulübün boynunu dik tutmak için sarf ettiği çaba kayda değer bir şey, ancak herkesin ucundan tuttuğu bir sistem olmadıkça bu yükü kaldırmak ve geleceğe umutla bakmanın ütopya olduğunu görmek gerekiyor. Başka bir şehirde olsa imece usulüyle toplanabilecek rakamlar Eskişehir’de ne yazık ki toplanamıyor. Herkesin her daim bir bahanesi var. Sağolsun ETİ, Kazım Kurt ve Odunpazarı Belediyesi bazı iş adamları destek de ama diğer kurum ve isimlerden beklenen hele ki siyasi mekanizmadan beklenen hamleleri henüz göremedik. Böylesi marka değeri yüksek, efsane bir takımın takım ve stadyum ismi ile reklam üzerinden sağlanabilecek girdileri için beklenen ile gerçekleşen ne yazık ki aynı değil. Şirketleşme şu, bu birçok geleceğe yönelik hamle doğru lakin ciddi bir para desteği olmaz ise yarın bunların hiç birinin anlamı kalmayacağı da ortada. İnşallah bu iyi niyete, o niyeti yalan yanlış yönlere çekmeye çalışanlara rağmen fedakâr bir duruş ile destek ile bugünleri atlatırız. Yoksa inanın her aklına geldiğinde insanı çaresizliğin yarattığı ciddi bir kalp ağrısı sarıyor. Sonuçta en önemli sevdalarımızdan biri karşımızda acı çekiyor ve biz öylece seyrediyoruz.

Son olarak bizlere önerileriniz, öğütleriniz, söylemek istedikleriniz var mıdır?

Eskişehir’in sadece bireysel değil, toptan bir kaliteyi yakalaması gerekiyor. Her konuda biraz fesat, kıskanç, yapıcı değil yıkıcı bir tutum işlenmiş genetik kodlarımıza. Bunu aşmamız lazım. Herkesin zayıf not aldığı bir sınıfta onlardan yüksek puan almak bize fayda sağlamaz. Bizim tümden o sınıfı geçen gerekirse sınıfı geçse bile geçer notların en altındaki notu almakla bile mutlu olacağımız bir şiar edinmemiz şart.

İş hayatında, sporda, medyada, siyasette, bürokrasi de daha kalifiye, daha donanımlı ve kendini geliştirecek insanlara ihtiyacımız var ama en çok da yapıcı, ağabeylik, ablalık, yol göstericilik yapabilecek bu karakteri taşıyabilecek insanlara. Hem sevgi, hem saygıyı cömertçe göstermeden ufacık sebeplerden bile kıyametler kopararak, her işi siyasi bir tarafa angaje ederek başarılı olamayız.

Bir de içimizden çıkanlara köstek yerine destek, kıskançlık yerine önünü açacak olgunluğa sahip olmamız lazım. Bu şehirli olarak başarılı olmuş insanların ortak özelliği şehrin biraz dışına çıkmış olmalarıdır. Bakın iş, sanat, spor dünyasına, ulusal marka değeri olan insanların hep Eskişehir’den bir süre ya da kısmen ayrılmış olduklarına tanık olursunuz. Bunu görünce neden içimizden birileri çıkmıyor sorusuna da yanıt buluyoruz zaten.

Sizlere tavsiyem yok ama isteğim sizinde şehrin ortak değerlerine sahip çıkan ve toptan kaliteyi gözetecek üretkenlikle yolunuza devam etmeniz. İlk konuk olarak beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Umarım başarılı ve keyifli biri seyri seferiniz olur.