Uzun zamandır kulağımıza pelesenk olmuş o eski deyimi yeniden düşünmenin vakti geldi: Yuvayı dişi kuş yapar. İlk bakışta masum, hatta şefkatli bir sorumluluk atfı gibi görülebilir. Ne de olsa, kadın sevgiyle, sabırla, anlayışla evi çekip çevirecek, aileyi bir arada tutacak, çocukları büyütecek, eşini destekleyecek… Erkek mi? O “dışarıda” görevini yapar, eve döner, hazır sofraya oturur, yuvayı yapanı zaten “kıymetiyle” takdir eder. Eğer ederse…

Ama meseleye biraz daha yakından, biraz daha adalet terazisinden bakınca, bu sözün altında ne ağır bir yük, ne derin bir dengesizlik saklı olduğunu görmemek mümkün değil. Bu deyim, kadına yüceltilmiş bir rol biçerken; ilişki içinde, hatta hayatın tüm alanlarında onun emeğini görünmez kılıyor. Sanki kadın “doğası gereği” yapmalı, yorulsa da devam etmeli, yuvayı ayakta tutmak için kendini feda etmeli. Çünkü toplum öyle söylüyor: Yuvayı dişi kuş yapar. Oysa her ilişki, her evlilik, her beraberlik bir dengedir. Sevgi kadar sorumluluk, sadakat kadar görünmeyen emeğin paylaşımıdır. Günümüzün bireysel özgürlüklerine dayalı, eşitlikçi dünyasında hâlâ ilişkilerin tek bir tarafın omzuna yıkılmış sorumluluklarla sürdürülmesi, yalnızca o kişiyi tüketmekle kalmaz; ilişkilerin sağlıklı, sürdürülebilir ve adil olmasını da engeller. Kadının duygusal yükü taşıması, erkekten çok daha fazla çaba göstermesi, ilişkiyi “yürütme” görevini üstlenmesi artık ne romantik ne de sürdürülebilir. Ve çoğu zaman kadınlar, “ilişkimizi toparlamalıyım, çocuklar için, aile için, huzur için sabretmeliyim” gibi içselleştirilmiş düşüncelerle kendilerini aşırı bir yükün altında buluyor. İlişkinin sorumluluğu tek tarafa yıkıldığında o yapı yavaş yavaş çürümeye başlıyor. Ve sonunda biri o soruyu soruyor:

“Neden her şeyi ben yapmak zorundayım?”

Bu sorunun sorulduğu yerde, eşitlik çoktan kaybedilmiş, sevgi bile yük gibi hissettirmeye başlamıştır. Oysa ilişkiler tek kişinin çabasıyla değil, iki kişinin birlikte aldığı sorumluluklarla ayakta kalır. Yuvayı kuran dişi kuş değil; birbirine sırtını yaslayan, birbirinin yükünü alan, birbirinin içini gözeten iki bireydir. Bugün hâlâ kadınlar ilişkideki sorunları konuşmaya çalışırken “çok didikliyorsun”, “her şeyi sorun yapıyorsun”, “sen zaten hep memnuniyetsizsin” gibi cümlelerle susturuluyor. Erkekler ise duygusal sorumluluktan uzak kalmayı, suskunluğu ve geri çekilmeyi “normal” sayıyor. Bu sessizlik de kadının omzundaki yükü daha da ağırlaştırıyor.

Sabır Tek Başına Sevgi Değildir

Ama şunu unutmayalım: Sürekli sabreden taraf olmak, yuvayı ayakta tutmak değildir. Sabır tek başına sevgi değildir. Tükenerek yaşanan bir birliktelik, kimseye huzur vermez. Sürdürülebilir bir ilişki ancak duygusal emeğin, zihinsel yükün ve hayatın ortak çabasının adil paylaşımıyla mümkündür. İlişki dengelerini doğru kurmak, artık bir lüks değil; bir zorunluluk. Kadının kendini var edebildiği, erkeğin duygusal emeğe ortak olduğu, herkesin kendi sesine yer bulabildiği bir ilişki ancak gerçek bir beraberliktir. Sadece birinin ayakta tuttuğu bir evde değil; birlikte nefes alınan, birlikte dinlenilen, birlikte yük taşınan bir düzende kurulabilir gerçek bir yuva.

Bugün artık “dişi kuş” olmak istemeyen, sadece “yapan, taşıyan, toparlayan” değil; eşit, özgür, birlikte karar alan bir birey olmak isteyen milyonlarca kadın var. Ve onların yanında durmayan, ilişkiyi karşılıklı bir sorumluluk alanı olarak görmeyen her erkek, aslında o yuvayı yavaş yavaş kendi elleriyle boşaltıyor. Yuvayı dişi kuş yapmaz. Yuvayı iki aklı başında, eşitlik talep eden, emek veren insan yapar. Yuvayı dayanışma yapar. Duyulmak yapar. Anlaşılmak yapar. Ve en çok da kimsenin kendinden vazgeçmek zorunda kalmadığı, kimsenin eksilmeye zorlanmadığı bir düzen yapar. Belki de artık yeni bir söz gerek bize: Yuvayı eşitlik yapar. Sabır değil, denge tutar.