Her şey o cümleyle başlıyor: “Ama sen geçen yaz da aynısını yapmıştın.”
Yaz mevsimi geliyor, sandaletler çıkıyor, dondurmalar eriyor, ama bazıları için geçmiş… hiç erimiyor. Aksine, buz gibi duruyor orta yerde. İçine düşen çıkamıyor, karşısında duran ısınıp rahatlayamıyor. Romantik ilişkilerde geçmiş, çoğu zaman çiftin üçüncü kişisi gibi. Evde o yokken bile koltuğun bir köşesinde oturuyor, tencerenin dibinde kalıyor, gece yatağın kenarına ilişiyor. Gitmiyor.
Evet, hepimiz bir geçmiş taşıyoruz. Kimimiz sırt çantasında anılar, kimimiz koca bir bavul dolusu travmayla çıkıyoruz ilişkilere. Ama mesele ne taşıdığın değil, o yükle başkasına çarpıp çarpmadığın.
Çoğu ilişki, içinde sadece iki kişi varmış gibi başlar ama kısa süre sonra üçüncü bir şahıs katılır aramıza: Geçmiş. Misafirliğe değil, yerleşmeye gelir. Eşyasını salona dizer, sohbete burnunu sokar, bir de utanmadan yatıya kalır. Nezaketsizdir. Kimi zaman eski bir sevgilinin adıyla, kimi zaman bir “Sen hep böylesin!” çıkışıyla kendini hatırlatır. İlişkiye dair her yeni adım, eski bir ayak izine basar.
Üstelik bu geçmiş, sadece kötü anılarla değil; beklentilerle, korkularla, kıyaslarla da gelir. Her yeni kişi, aslında eski bir defterin kenarına yazılır. O yüzden bazen hiç hak etmediği bir şüpheyi taşır omzunda, bir başkasının hatasını öder gibi. İlişkilerde bazen öyle anlar olur ki, karşınızdakine çay uzatırsınız, o da size 2019’da söylediğiniz o lafı iade eder. Sanki bir ilişkide değil de TRT arşivinde yaşıyorsunuz. “O yıl bu laf söylenmişti, buyurun tekrar yayındayız.”
Ama işin ironik tarafı şu: Her ilişkinin dinamiği başka. A kişisine söylediğin bir söz, B kişisine zehir gibi gelirken, C kişisi seni kahkahalara boğabilir. Çünkü insanlar farklı, beklentiler başka, duygular bambaşka. Fakat biz ne yapıyoruz? Önceki ilişkinin faturalarını sonraki kişiye kesiyoruz. “Ben böyle davranırsam terk eder”, “Geçmişte şöyle olmuştu, şimdi de olacak” diye diye kendi kehanetimizi gerçekleştiriyoruz. Bir bakmışsın, karşındaki değil de sen, senin geçmişteki sevgililerin toplamısın. Üstelik kimse de sevmez hesap defteri gibi sevgiliyi. İlişki Excel tablosu değil.
Bir de güven meselesi var. Geçmişte yaşanan bir kırgınlığı, bugünkü davranışlara filtre gibi koyduğunda, en dürüst insandan bile şüphe üretmeye başlarsın. Bu, karşındakine değil, geçmişine güvenememektir. Ve güven bir kez çürümeye görsün ne kalp dayanır ne ilişki.
Demem o ki; herkesin geçmişi var ama geleceği yoksa neye yarar? Esas mesele, geçmişe sahip olup onun kölesi olmamakta. Hafızayı canlı tutmak, ama duygusal zombiliğe düşmemek. İlişkiler mezarlık değil. Her hatırayı gömmek zorunda değiliz ama her hatıra da hayalet gibi peşimizi bırakmamalı.
Bazen “unutmak” sandığımız şey, aslında “önem sırasını değiştirmek”tir. Geçmiş orada dursun, ama bugünü sabote etmesin. Yoksa biz hâlâ 2021 Şubat’taki kahve fincanına bakarak 2025’in sevgilisine hesap sorarız. Bu da ne güven bırakır ne sevgi. Sadece bir ilişki enkazı daha.
Kalbinizi geçmişle değil, yanınızdakinin bugünüyle doldurun. Gerisi, hayatı arşivlemekten öteye geçmez.