Bir sabah daha. Gözlerinizi 7. kez ertelediğiniz alarmla açıyorsunuz. İçtiğiniz kahve üçüncü nesil ama maaşınız hâlâ asgari. Çalışıyorsunuz, çalıştığınızı sanıyorsunuz. Toplantılar bitmiyor. Mail’in sonunda “iyi çalışmalar” yazmanız sizi iyi yapmıyor ama yine de yazıyorsunuz, çünkü kurumsal centilmenlik.

Y kuşağı… Hani şu “okuyun, adam olun” diye büyütülen ama sonunda LinkedIn’de “proaktif takım oyuncusu” olarak etiketlenen nesil. CV’si dolu ama buzdolabı boş. Beş yıllık hedef sorulunca gözlerini kaçırıyor çünkü gelecek dendi mi aklına ilk kira geliyor. İş görüşmelerinde kendini anlatmaktan yorulmuş, çünkü 10 yıldır kendini bile tanıyamamış.

Ve en acıklısı? Çok çalışıyor. Hem de deli gibi. Ama hep “biraz daha” eksik kalıyor. "Daha yaratıcı ol", "daha esnek ol", "daha az ye ama motive kal", "tatil yapma ama tükenmiş hissetme". Düşünün ki ülkenin en eğitimli kuşağı, çalışma saatleriyle övünen bir patronun "ben sizin yaşınızdayken..." nutkuyla susturuluyor her gün.

Ev? Hayal. Araba? Kira. Emeklilik? Pardon, hangi çağda yaşıyoruz siz? O zaten tarihe karıştı. Ama kurumsal şirketler sağ olsun, “wellbeing” uygulamasıyla öğle arasında 15 dakikalık meditasyon yapabiliyorsunuz. (Gerçi zam istemeye çalıştığınızda onu da öneriyorlar.)

İç sesin diyor ki: “İstifa et, dünyayı gez!” Dış ses bağırıyor: “Uçak bileti olmuş 15 bin lira, otur aşağı.” Hangi girişimcilikten, hangi özgür ruhtan bahsediyorsunuz? Bu kuşak hayatı “kendi ayaklarının üstünde durmak” diye öğrendi ama zemini hep kaygan çıktı.

Peki çözüm?

Çözüm sabah motivasyon postlarında değil, sistemin kökünde. Gençlerin hayalleriyle değil, ihtiyaçlarıyla ilgilenin. Kahve makinelerini değil, sendikal hakları modernize edin. Daha az “inovasyon”, daha çok “adalet”. Ve evet, bu kuşağın tek derdi Instagram filtresi değil. Biraz da güvence, biraz da huzur istiyorlar. Hani çok bir şey değil.

Çünkü sorun bireysel değil. Toplu depresyon yaşıyoruz, adına ekonomi diyorlar.