Hayat öyle garip bir hızda akıyor ki, çoğu zaman neye yetişmeye çalıştığımızı bile hatırlamıyoruz. Hep bir koşturma, hep bir çabalama hâli… Ama durup sorduğumuzda, bu çabanın çoğu aslında başkaları için. Başkalarının takdiri, başkalarının beğenisi, başkalarının onayı… Kendi iç sesimiz mi? O çoktan kıstı sesini. Çünkü susturmayı iyi öğrendik. Kendi içimizde bize ait olanı yok saymayı. Yetmeyen zamana, tükenen enerjimize, hiç bitmeyen beklentileri sığdırmaya çalışıyoruz. Sonra da neden bu kadar yorgun olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. Oysa cevabı çok basit: Çünkü bu hayat bizim değil. Biz, birilerine “iyi” görünmeye çalışırken kendi hayatımızı başkalarına kiraya verdik.

İnsan bazen başkalarının sesiyle düşünmeye başlıyor. Kendi kararlarını bile birilerinin ‘ne der?’ süzgecinden geçirerek alıyor. “Bu yaşta evlenilmez”, “Bu iş sana göre değil”, “Çocuk yapmazsan yalnız kalırsın” ... Herkesin cebinde hazır bir hayat kılavuzu var. Açıp sana okuyorlar. Senin adın yazıyor kapağında ama yazarı sen değilsin. Ne garip değil mi? Başkalarının senin adına hikâyeni yazmasına izin veriyorsun. Onların onayını almadan hiçbir sayfa çevrilmiyor. Sonra gün geliyor, kendini kitabın son sayfasında buluyorsun ve diyorsun ki: “Bu muydu yani?” Evet, oydu. Çünkü sen o hayatı kendin için değil, seni beğensinler diye yaşadın.

Birinin sana “fazla duygusalsın” dediği için hislerini susturdun. “Çok güçlüsün” dedikleri için kimseden yardım istemedin. “Sorumluluk alman lazım” diye diye seni kendi hayatlarından bile daha ağır yüklerin altına soktular. Ve sen hepsini taşıdın. Gık demedin. Çünkü seni “iyi biri” olarak tanımlamışlardı. O rolü terk edersen seni sevmezler sandın. Yanıldın. İnsanlar seni rolünle sevdiler, gerçeğinle yüzleşemediler. Bu yüzden ne zaman kendin gibi olmak istesen, seni suçladılar. Bencil dediler. Sorumsuz dediler. Oysa sen, ilk defa kendi hayatına sahip çıkmaya çalışıyordun. Ama herkes senden başkası gibi olmanı beklediği için, bu sahiplenişi saygısızlık sandılar.

Artık anlamamız gerekiyor. Hayat, kendini adadıklarının seni alkışlamadığı bir sahnede figüranlık yapacak kadar uzun değil. Kimseye yaranmak zorunda değiliz. Kimsenin onayını alarak nefes almak zorunda değiliz. Hayatın kısa olması korkutucu değil; tam tersine, kurtarıcı bir bilgi. Çünkü bu kısalık, bize her şeyi yetiştirmek zorunda olmadığımızı hatırlatıyor. Herkesi memnun etmek zorunda değiliz. Kimi zaman birilerinin hayal kırıklığı olmayı göze almak, kendine sadık kalmaktan geçer.

Bugüne kadar kimseye hayır diyemediğin için üstüne yapışan o sorumluluklar, aslında senin iyiliğin için alınmadı. Onlar sadece, senin “iyi biri” olma çabanın yan etkisiydi. Ama artık başka bir şey denemelisin: Kendi kararlarını almak. Kendi sesini dinlemek. Sessiz kalmaktan değil, kendin olmaktan korkmak tehlikelidir. Hayat kısa. Ama kendini unutmak, o kısalığı daha da çürütür.

Ve unutma: Hayatını güzelleştirmek, başkalarının gönlünü hoş tutmaktan çok daha kıymetli bir hedef. Kendinle barışmadan, kimseyle uzun süreli ateşkes kuramazsın. Önce kendi tarafında olmayı öğren. Zaten öbür taraf seni hep yanlış anladı.