Yeni bir site, yeni bir sayfa, eski ve yeni okurlara merhaba! Beni tanıyanlar yazılarıma kaldığım yerden devam ettiğimi görecektir. Yeni tanıştıklarımız ise tarzımı benimseyene kadar sivri dilime alışır umarım. ,

Hazırsak başlayalım…

Sosyal medya kalıplarını yaratıp, hashtagler oluşturup sonra da bunlardan şikayetçi olmak samimiyetsizliğin danikası değil de nedir? 
Güzellik algısını A’dan Z’ye değiştiren influencerları takip edip sonra oluşturdukları güzellik algısının sabun köpüğü bir moda olduğunu bas bas bağıran takipçileri kendilerini kötü hissediyor diye üzülelim mi?

Bu mu gerçeklik?

Çok soruyla başladım farkındayım ama sorgulamazsam bu kısır döngünün meşrulaşmasına katkıda bulunacakmış gibi hissediyorum. Her dönemin farklı popüler kültür kaygısı oluşuyor ve o popülerliğini yitirince kendimizi yenisinin içerisinde bulamazsak eskisini çılgınlar gibi eleştirirken buluyoruz. 

Dahil olamazsak, karşıt oluyoruz. Kimlik bulabilmek adına illa bir şeyler olmak zorunda hissediyoruz. Bir rahat bıraksak fena olmaz mı?

Bu sezonun her yerde gördüğünüz yeşilini 8 sene önce giydiğimde hasta bakıcı yeşili giymişsin bu ne ya diyen suratlar hatırlıyorum. Pantolonumu hala çok severek giyiyorum, bu benim öngörülü olmamdan mı kaynaklı kendim olmamla mı alakalı?

“Pantone color of the year” yani yılın moda rengini belirliyor ve yakışan yakışmayan onu kullanırken buluyor kendisini. Oysa ben kendimi moda zevkimin sınırlarını zorlarken bulmanın yanlısıyım.

Özgüvensiz insanların kendilerini aşırı önemseme paradoksu yüzünden herkes anlamsız bir kaygının içerisinde yok olup gidiyor. Kime sorsam herkes onun hakkında konuşuyor, kime sorsam dedikodusunu duymaktan bıktı. Hiç yalnız kaldığınızda kendinize soruyor musunuz? 

“Ben bir magazin figürü müyüm ve insanlar neden beni konuşsun?” diye.  Herkesin birilerinin masasındaki magazin değeri inanın 15 dakika. Hatta gerçek magazin figürü dediğimiz ünlüler bile o magazin programlarına çıkabilmek adına çılgın paralar ödeyebiliyorlar. 

Buz dağının görünen yüzü her zaman görünmeyen yüzünden daha çok ilginizi çekiyor ama bir de bu işlerin bir reji kısmı olduğunu unutmayın. 

Onun altına o giyilir, o elbiseyle o çanta takılır. O kız o kilosuyla o şortu giyer ve size ne? Bize ne? Bana ne? Kilo sorunu illa fazlalık olmak zorunda değil, isteyen istediği kilosuyla memnun olabilir ya da olmayabilir. Aşırı duyarlılık dağları yaratmadığımız sürece duyarlı olmaktan yanayım. 

Ama aşırı duyarlı ekipten de bıkmış haldeyim onu da başka bir yazıma saklıyorum. 

Kendimizi bir miktar özgür hissedip, rahat bıraktığımızda komplekslerimizin bizi aşağı çekmesi yerine yukarı itmesine izin verdiğimizde daha mutlu olacağımıza inancım hala varken lütfen bu gerçek olmayan tabular altında ezilmemeye çalışın. 

Mutsuz olduğunuz hiçbir şeyin mecburiyetinde olmadığınız gibi sabit fikirli kimsenin de fikrini değiştiremeyeceğinizin farkında olun. O kervan illa ki yürüyor, üreme de elbette devam ediyor. 

Ne dendi, neden dendi diye kendinizi paralamak yerine, ben istesem de istemesem de söyleyecekti fikrini benimseyip, etrafınıza zarar vermeyecek dozda bireysellik geliştirirseniz her şeyi eleştirmek yerine geliştirmeye yönelik bir bakış açısı oluşturursunuz. 

Bugün çok sevilip sayılan bir kavram yarın yerle bir ediliyor, dünyada her güzel şeyin de kötü şeyin de bir sonu var. Kavramları kafamızda sakince oturttuğumuzda yaşadığımız rahatlığı sık sık kendinize hatırlatın.

Ve bir de unutmayın ki Gülben Ergen ve bize hiçbir şey olmaz. 

Yeni yazıda görüşmek üzere…