Ne kadar mutlu olduğunuzu paylaşmaya ihtiyaç duyuyor musunuz? Sahiden benim o anlarda pek aklıma gelmiyor. İtiraf etmem gerekirse en çok en sıkıldığım ya da kafam karıştığı zamanlarda bir şeyleri paylaşıp içimden atmak istiyorum. Bir konuda fikrim netse ve o konudan tam anlamıyla da eminsem ne birine sormak istiyorum ne de fikrini almaya hazır hissediyorum.
Kafamı zaten öyle zor topluyorum ki bir de başka bir bakış açısıyla çorba yapmaktan ödüm kopuyor. Bir konudan emin değilsem de ilkokul öğretmenimi bile arama joker hakkımı kullanasım geliyor.
Sosyal medya artık eski forsunu kaybetti, sanıyorum ki son demlerindeyiz. Büyük, gösterişli, fazla olan her şey, herkes anormal sıkıcı olmaya başladı. Bu yüzden de hayatımızı bir reels çöplüğüne çevirdik. Reelsden sonra hayatımıza ne girecek ben de merak içindeyim.
Kelimelerle oynamayı seven Amerikalılar, real yani gerçeklikten türettiği reelsleri anlık videolarla hayatımıza sokmaya çalışırken aslında üzerinde saatlerce düşünülen akımlara döneceklerini sizce de hesap etmişler midir?
İnsan ulaşamadığının gerçekten kölesi oluyor bir noktada. Malikanelerde yaşayan insanlar, en pahalı markaları gözümüze günlük hayatlarında sokan influencerlar…
İllüzyonun ta içindeki bizler…
Biliyorum son derece klişe ama bir o kadar da hayatın içinden bir konuyu konuşuyoruz. Sanki onlar olmasa markete gidip makarna alamayacakmışız ya da daha önce makyaj yapmıyormuşuz da tüm hileleri onlardan öğrenmişiz gibi kendini feda eden o en tatlı parçamız influencerlar.
Sosyal medya kullanmaya Yonja ile başladım, o gün de bugün de hiç ünlü takip etmedim. Çünkü ilgilenmiyorum. Birinin hayatımdaki yeri onu merak etmem için önemli bir sebep olduğundan mütevellit yüz yüze görüşmediğim kimsenin hayatının saçma rutinlerinin de bir parçası olup zaten çok kalabalık olan beynimi başka bir insanla daha doldurmak istemiyorum.
Bir de üzerine ben onu takip edip merak ediyorum diye para kazanmasını görmek mi? Hiç istemiyorum.
Bir anda alışmadığı noktalara getirilen ve markaların tetikçiliğini yapan, günlük hayatlarında ne bir sohbet ne bir entelektüel birikimi olan insanların verdiği akıllara gerçekten bu kadar güveniyor musunuz?
2000’lerde zaten moda olan her şeyi çok yeni bir buluşmuş gibi önümüze sunmaları da cabası. Mesela meşhur Longchamp çantalar. İnanın üniversitedeyken de tenezzül etmedim şu anda da polyesterin kokusundan hiç hazzetmiyorum.
Yetişkinlik sadeleşmeyi öğretirken hala koca Gucci logolarıyla poz veren sıradan insanlar. Markalar basit bir reklam sözleşmesi için tonlarca para öderken, hiçbir efor sarf etmeden o markaları yaygınlaştıran sıradan insanlar…
Sizler moda sektörünün koca yürekli temsilcilerisiniz. Inditex saçma indirimlerini instagram olmadan da duyuruyordu ama sayenizde kendisini, kimsenin giyecek bir şeyi kalmamış gibi üst üste çıkarak yapılan alışverişlerle haute couture bir marka algısına döndürdü.
Distopyada izleyebileceğiniz bir görgüsüzlüğün içinde, her çıkanı alarak, her marka çok rahatmış gibi davranarak, her şey sanki size üretilmişçesine benimseyerek fason bir algının içerisinde fason tekstilin kölesi olmuş durumda yaşamayı normalleştiremezsiniz.
İsteyen istediğini giyer! Sana mı kaldı?
İsteyen de istediği fikri belirtebilir! Sana da kalmadı…
Tüketimin hayatımızdaki yeri maddeyle başlayıp manaya döndüğünde neden yalnızım diye sorgulamayı da bırakacağımıza inanıyorum.
Bazen birçok şeye sahip olduğumuza inanıyoruz ama sahip olduklarımızın kümülatifte değersizliğini görüyoruz. Mevzu sanırım gerçekten bir amaç uğruna neyi başarabildiğimizi kendi içimize sinerek, hissederek yaşamak. Öteki türlü boş bir mağarada yalnızca yansıma dinliyoruz.
Çünkü çok sevdiğim o sözün de dediği gibi zenginlik bağırır, servet fısıldar…