Mehmet Necati Kutlu-Deniz Dinçer
 
 
25 Kasım’ın neden Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edildiğini hiç düşündünüz mü? Kadınların varoluş mücadelesinin sembolü haline gelen bugünün, bir diktatörlüğün yıkılışında belirleyici olduğunu söylesek belki de gündelik sorunlarınızı beş dakikalığına bir kenara bırakıp, kadınların dünyanın dört bir yanında nelerle mücadele ettiğine ve uzaklardaki bir tropikal adada işlenen vahşi cinayetlerin nasıl uluslararası bir harekete dönüştüğüne şahit olabilirsiniz. 
 
2 Kasım 1960 tarihinde Dominik Cumhuriyeti’nin amansız diktatörü Trujillo (Truhiyyo okunur), “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabal kardeşlerdir” demişti. Yemyeşil La Española adasının tarihindeki kapkara leke olan ve ülkeyi tamı tamına 31 yıl, demir yumrukla değil rezil bir düzenle yöneten Diktatör Rafael Trujillo (1891-1961) bu sözleri sarfettikten sadece 23 gün sonra, 25 Kasım 1960 tarihinde güzeller güzeli üç kız kardeş işkence edildikten sonra, boğularak öldürüldü. Trujillo’nun has adamları olan katiller rezilliklerini örtbas etmek için üç kız kardeşin ve şoförlerinin cesetlerini tekrar arabalarına bindirdiler ve bir uçurumdan atarak cinayete trafik kazası süsü verdiler. Olay, yanlı basın organlarına da trafik kazası olarak geçti ama tarihle talihin cilveleri iğrenç cinayetleri ortaya çıkardı. O günden itibaren 25 Kasım tüm dünyada Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak anılıyor.
 
1930 yılında başlayan karanlık Trujillo dönemi 30. yılını doldurup 1960 yılına gelindiğinde Dominik’te halkın sabrı taşmak üzereydi ve adeta bardağı taşıracak son damla bekleniyordu. Diktatörlüğün üç dayanağı; komünizm karşıtlığı, her türlü muhalefete karşı ezici baskı ve Trujillo’nun şahsına tapınma olarak özetlenebilirdi. Herkesin ortadan kaybedilebildiği kara dönemin bir diğer özelliği ise ekonomik faaliyetlerin diktatörün ve çevresinin tekelinde olmasıydı. Trujillo ailesi ve işbirlikçileri bahse konu 30 yılda siyasi güçlerini kullanarak inanılmaz servetlerin sahibi oldular. 1950’li yılların sonuna gelindiğinde ise dikta rejimine karşı hissedilen ancak açığa vurulamayan toplumsal tepki gün yüzüne çıktı ve muhalif çevrelerden cılız da olsa sesler yüklenmeye başladı. 
 
Mirabal kardeşlerin hikâyesi, hoşnut olmayan çoğunluğun hislerine tercüman olan ve güzel ada ülkesini vahşi diktatörün elinden kurtarmayı amaçlayan grupların halk arasında gizliden gizliye teşkilatlanmasıyla başlıyor. Hali vakti yerinde, ticaret erbabı bir aile olan Miraballerin dört kızından Minerva ve Maria Teresa bu gruplara giriyor ve dikta rejimine karşı yeraltı mücadelesine katılıyorlar. Muhalif çevrelerde kelebekler olarak anılıyorlar. Ablaları Patria eylemlere aktif olarak katılmamakla birlikte direnişçilere sempati duyuyor ve yardımcı oluyor. 
 
Mirabal kardeşlerden Minerva ve Maria Teresa kısa zamanda muhalif gruplar içindeki faaliyetleri nedeniyle birçok kez tutuklandılar, işkence gördüler ve tecavüze uğradılar. Gerek iki kadın gerekse eşleri uzun tutukluluk dönemleriyle cezalandırıldılar.
 
Takvimler 18 Mayıs 1960 tarihini gösterdiğinde Minerva ve Maria Teresa başkent Santo Domingo’da ve eşleriyle birlikte 3 yıl hapse mahkum edildiler. Beklenmedik bir şekilde genç kadınlar birkaç ay içerisinde affa uğradılarsa da eşleri hapisten çıkarılmadı. Diktatör bir yandan merhametli ve müşfik görünürken diğer taraftan ailenin erkeklerini cezalandırarak Miraballer üzerindeki baskıyı sürdürüyordu. 25 Kasım gününe gelindiğinde ise Trujillo’nun gerçek niyeti anlaşıldı. Kadınların serbest bırakılmalarının nedeni onları öldürmek ve cinayetlere kaza süsü verebilmekti. İlk adım, Minerva ve Maria Teresa’nın eşlerinin başkentten uzak bir hapishaneye nakledilmeleriyle atıldı. Kadınlar düzenli olarak eşlerini ziyarete gitmeye başladılar. 25 Kasım 1960 günü ziyaret dönüşünde, Patria, Minerva, Maria Teresa ile şoförleri Rufino’nun içinde bulundukları araç, Trujillo’nun adamları tarafından durduruldu. Yakınlardaki bir çiftlik evine götürülen dört kişi saatlerce süren işkence sonrasında boğularak, her şeye rağmen nefesleri kesilmeyenler ise sopalarla dövülerek öldürüldü. Vahşi cinayetlere kaza süsü vermek amacıyla cesetler tekrar arabalarına koyularak araç bir uçurumdan atıldı. 
 
Trujillo bu şekilde Mirabal kardeşler sorunundan kurtulduğunu düşünmesine karşın, tarih ve talih ona da çok kısa zaman içinde benzer bir son hazırladı. Cinayetlerin üzerinden henüz altı ay geçmişken ve kurbanların kanları bile kurumadan, diktatör Trujillo, şehir dışında, benzer bir mevkide kendi yakın çevresindeki görevliler tarafından pusuya düşürülerek öldürüldü. Dominik Cumhuriyeti’nin yakın tarihindeki en kara dönem olan otuz bir yıllık Trujillo diktatörlüğü böylece son buldu. Mirabal kardeşlerin hatırası, hayatta kalan son kızkardeş, Belgica Adela tarafından yaşatıldı. -Belgica tarafından yazılan ve Dominik tarihinin bu en acı hikayesini konu alan Vivas en Su Jardín (Bahçelerinde Yaşıyorlar) adlı kitap birçok dile çevrildi. Kitabın biran önce Türkçeye de çevrilmesini ve tarihi öneme sahip olayın hatırasının, ülkemizde de kitlelerle buluşarak, farkındalık yaratmasını bekliyoruz.
 
Trujillo’nun ölümünden sonra Dominik Cumhuriyeti diktatörlük rejimiyle vedalaşıp iki senenin sonunda demokrasiye dönerek, yeni hükümetini seçti. 
 
Amansız diktatörün sebebiyet verdiği bu elim olay hem rejimin yıkılmasında büyük rol oynadı hem de 1999’dan beri dünyada kadına yönelik şiddetin simgesi haline geldi. Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Ban Ki Moon bu makus olayın daha da tanınır hale gelmesi ve bir sembole dönüşmesi için her ayın 25’ini “turuncu gün” ilan ederek, o gün kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetle mücadelenin yılda bir defa değil her ay akıllarda kalmasını sağlamayı öngördü. 
 
Hatıraları, müzeye dönüştürülen evlerinin bahçesinde uçuşan kelebeklerde yaşayan Mirabal kardeşlerin anısının hiç unutulmaması ve Mirabal kardeşlerin çektikleri acıların kadına yönelik şiddetin önlenmesinde hiç olmazsa bir nebze etkili olması temennisiyle…